Türkçe Makaleler

İKİ KİTAP-PUTLAR YIKILIRKEN VE GÜN GELİR PARADİGMA ZAİL OLUR
Hasan Kaya-30.01.2013
 
 
 
Neden sözlü tarih çalışması
 

2012 yılında zamanımın çoğunu iki çalışmaya adadım. Bu çalışma iki kitap şeklinde sonuçlandı ve Fanos Yayınları’ndan yayınlanarak piyasaya sunuldu. İlk çalışma merhum Şerafettin Elçi ile yapılan, bir sözlü tarih çalışması olup nehir röportajdan şeklinde yapılan “Doğu’nun Elçisi’nden Yüce Divan’a Şerafettin Elçi”, ikincisi ise Feridun Yazar ile aynı tarzla yapılan “Kürt Kavşağında Bir Siyasetçi, Feridun Yazar”’idi.

Her iki kitabı şu amaçla hazırladım: Dersim katliamı ile birlikte uzun suskunluk dönemi sonrası ortaya çıkan ilk sesleri, olayları, oluşumları bilen, tanıklık eden, içinde yer alan şahsiyetlerin yaşamı üzerinden Kürtlerin yakın tarihini kayda geçirmek. Yani yakın dönem Kürt tarihinde önemli yer teşkil eden 49’lar olayı, 55’ler olayı, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) kuruluşu ve sonrası, Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) kuruluşundan sonra başlayıp günümüze dek süregelen yakın dönem Kürt tarihini, dinlediğim şahsiyetlerin cephelerinden tarihe not düşmekti maksadım.

Tabi ki yaptığım iş aynı zamanda bir nevi sözlü tarih çalışması, aileler tarihi, bazı kurumların ve olayların tarihi idi. Ama amacım yorum getirmek, olayların etkisini azaltmak, çoğaltmak, zayıflatmak veya güçlendirmek değildi.

Çalışmada adı geçen yüzlerce şahsın kişilik haklarına bağlı kalmak şartıyla bir sansüre başvurmadım. Ama yaşayan veya aramızda olmayan kişileri rencide ve tahkir edecek ifadelere yer vermemeye özen gösterdim. Anlatıcının hatıralarına, tespitlerine ve uygar ölçülerde yaptığı eleştirilere yer verdim.

Çalışma yayınladıktan sonra tepkilerin olması normaldir

Nihayetinde çalışma okuyucuyla buluştuğunda eksik, yanlış, ileri derecede, ağır eleştiri sayılabilecek ifadeler, hatta kendisine veya yakınına hakaret içeren ifadeler olduğunu iddia edenlerin çıkması gayet normaldi.

Bu durumda kendi payıma düşen eleştirileri ciddi bir şekilde dinlemektir. Eğer varsa hakaret, mağdurlar basın yoluyla kendilerini savunabilir veya mahkemeye başvurabilirler tabi ki.

Ama bir nokta daha var: Bu çalışmada benim de mesuliyetim var ama anlatan kişi ile bir duygu ve düşünce birlikteliğim söz konusu edilmemeli. Benim yaptığım bir haber değildir. Tarafları arayıp anlatılan hatırayı teyit etmek gibi bir vazifem yoktur. Hatta her iki çalışmada da eser yayınlanmayıncaya dek, içeriği hakkında konuşulmayacağına dair sözleşme imzaladık.                                               

Tarihe not düşmek, halka ve yarınlara değer ve bilgi bırakmak keyif vericidir.

Ben kendi amacıma ulaştım, gönlüm müsterih. Gerek Şerafettin Elçi olsun, gerekse de Feridun Yazar her biri aşağı yukarı 1945 sonrası Kürt toplumunun sosyal, kültürel ve siyasi yapısı hakkında, satır aralarında olsun direkt anlatımlar olsun, çok ciddi doneler, bilgiler paylaştılar. Dönemin Kürdistan’ında kır yaşamı, okumanın zorlukları, köy-kent ilişkileri, mülkiyet ilişkileri, Kürt aile yapısı, İsyanlar döneminden kalan korkular, sosyo-ekonomik yapı, çizilen sınırların iki yakasında kalanların ilişkileri, 1955’li yıllarından sonra üniversite gençliği dayanışma ve uyanış, sonrasında ise adı geçen 55’ler olayı, 49’lar olayı, TKDP, 68 Olaylarında Kürt gençliğinin rolü, TİP, DDKO, daha sonra da legal demokratik Kürt siyaseti, KÜRT-KAV, HEP, DEP, HADEP, DKP, KADEP gibi kuruluşlar hakkında anekdot ve anlatımların tümü çalışmalarda yer almaktadır.

Şerafettin Elçi’nin dönemin Cizre’sini, Feridun Yazar’ın dönemin Urfa’sını anlatmaları bile benim açımdan son derece önemli, zengin ve kayıt altına alınması gereken bilgilerdir. İşte bu açıdan müsterih, huzurlu ve kıvançlıyım ki yakın tarihimizin değerlerini tarihe not düştüm.

Hazırlanan bu iki çalışmanın kime hizmet ettiği, nerde durduğu, okunduğunda anlaşılacaktır. Belki bazı şahısların işine gelmeyebilir ama halkımızın yüzyıllık mücadelesine ve çilesine dosdoğru bağlı, egemenlerin, zalimlerin ve yanlış politikalarını teşhir ettiği aşikardır .

Bazı tepkilerin dili sübjektif ve tahrik edicidir. Niyeti okuyan ve sorgulayan ifadeler insaflı değildi.


Her iki çalışmam ile ilgili gerek Türkiye ulusal medyasında, gerekse de Kürt medyasında  bir çok tanıtım, haber ve analiz yayınladı. Eleştiri ve değerlendirme kategorisinde olanlar için bana söz düşmez.

Eleştiriyi aştığına inandığım bir kaç makaleye, sadece şekli açıdan dikkatleri çekmek istiyorum. İsmail Beşikçi, İbrahim Gürbüz’ün bu konuyla ilgili iki makalesi yayınlandı. Bu makalelerle ilgili de bir çok kişi düşünce beyan etti. Her iki makalede de duygusal ve tepkisel bir üslup gördüm. İsmail Beşikçi, Feridun Yazar’ın anlattığı bir olayda adı geçen bir dostunun hakkı ve hukuku için savunma veya tanıklık yazısı yazmış. Bu normal bir vefa veya insanlık görevi olabilir.

İsmail Beşikçi şöyle diyor: “Hasan Kaya da, böyle bir anlatım karşısında, Feridun Yazar’a, “Bu konular hakkında, İbrahim Gürbüz’le konuştunuz mu?” şeklinde bir soru sormalıydı. Hasan Kaya’nın bu tutumu da eksiklik. Feridun Yazar’ın, İbrahim Gürbüz’ü bilmediği anlaşılıyor. Hasan Kaya, İbrahim Gürbüz’ü, MKM’yi, Kürt Enstitüsü’nü yakından biliyordu.”

İsmail Hocaya yanıtım çok net: Bu konuya değinirken İbrahim Gürbüz’e sordunuz mu diyor, acaba kendisi yukarıda bir kısmına yer verilen uzun mu uzun methiyeyi yazarken beni arayıp sordu mu acaba? İkincisi, sayın Beşikçi bence de çok doğru söylemiş. Ben MKM ve İstanbul Kürt Enstitüsü’nün tarihinin ilk bir kaç yılı hariç, en önemli ve uzun bir döneminin tarihini çok iyi biliyorum. Ama anlatmak belki şimdilik gereksiz ve anlamsızdır. Fakat günü gelir de anlatma gereği duyulursa, ben ve MKM’de emek harcamış o yılların çok değerli genç sanatçıları bir çok şahsiyetle ilgili Beşikçi’yi hayal kırıklığına uğratabiliriz. Bizim de şu an resmi tarihimiz var ve kazın ayağı öyle değil. Beşikçi bu kuruluşların ilk yıllarından sonra cezaevine girdi ve süreci izlemesi nerdeyse imkansızdır veya kendisi sadece dostlarından dinleme durumunda kalmış olabilir. Lütfen sevgili İsmail Beşikçi kendinizden başkasına kefil olmayınız. Sadece bu kadarını söyleyeyim.

Tahmin edersem Dicle Anter de “Kürt Kavşağında Bir Siyasetçi” adlı çalışmam hakkında fikir beyan etmiş. Bunu Ezgi Başaran’ın 30 Ocak 2013 tarihli Radikal Gazetesi’nde yazdığı makalesinden öğrendim.  Dicle Anter aynı makalesi, aynı tarihte Özgür Politika Gazetesinde yayınlanmış. Ancak gazete Türkiye’de açılmadığı için Avrupa’daki dostlarımın sayesinde duydum ve okuma imkanım oldu.

Ezgi Başaran şöyle diyor: “Musa Anter’in oğlu Dicle Anter, Üç Kitap başlıklı bir yazı yazdı ve dün bana (ve Özgür Gündem gazetesine) gönderdi. Yazıda son dönemde piyasaya çıkan ve içinde Musa Anter’in ölümü ve siyasetiyle ilgili yorumlar içeren üç kitabın nasıl canını sıktığını anlatıyordu. Söz konusu kitaplar ve yazarları şöyle: ‘Faili Belli Cinayet Musa Anter-Ercan Gün’, ‘Kürt Kavşağında Bir Siyasetçi-Hasan Kaya’, ‘Kuşatmadan İnfaza Musa Anter Cinayeti-Orhan Miroğlu.’ Dicle Anter, yazısında sayfa sayfa kitapları incelemiş ve kendisine tuhaf gelen bölümleri aktarmış. Ona göre ciddi bir bilgi kirliliği yaratılıyor ve Musa Anter itibarsızlaştırılıyor: “Babam bir Kürt tarafından öldürüldü. Ama bu yazar takımı da babamı Kürtler olarak öldürmeye devam ediyorlar. Umudum, cinayeti kimin işlediği belli olan bu olayın somut olarak aydınlatılmasıdır. Ucu kime dokunursa dokunsun bilgi kirliliğiyle bu işin çözülmeyeceği ortada.”

Sayın Dicle Anter’e hatırlatayım : Musa Anter onun biyolojik babasıdır; ancak Musa Anter ve diğer emek sahibi şahsiyetler gibi halkımızın ortak değerleridir. Onları koruyup kollamak sadece ailelerin tekelinde değildir. Aynı şekilde her ferdin onlarla ilgili düşünce bildirme, hatta eleştirme hakkı da vardır. Kimse dokunulmaz ve tabu değildir. Tabi ki katledilen insanların hakkını hukukunu, manevi şahsiyetini bilmek ve saygı duymak lazımdır.  Zaten kırk milyonluk bir halkın içinde, elbette bedel ödeyen insanların hak ve hukukunu koruyabilecek insanlar mevcuttur.

Mevzuya girmeden hemen Dicle Anter’in bir tahrifatını düzelteyim. Ben babası ile ilgili bir çalışma, kitap yazmış değilim. Kaldı ki babasının katledilme mevzusu ile ilgili bir cümlelik fikir veya analiz belirtmiş değilim. Kitabın adı, “Kürt Kavşağında Bir Siyasetçi, Feridun Yazar”. Adı üstünde, Feridun Yazar’a soru yöneltmişim veya kendisi anlatma gereği duyduğu konuları dile getirmiştir.

Hazırladığım eserde Musa Anter o zaman Halkın Emek Partisi Genel Başkanı olan Feridun Yazar’a serzenişte bulunuyor. Geçim sorunundan söz ederken İbrahim Gürbüz’ün kendisine hakaret ettiğini söylüyor. Aslında Feridun Yazar bunu anlatırken çok tereddüt geçirdim. Hatta bir iki kez acaba bunu koymasak daha iyi olmaz mı diye de düşünce belirttim. Ancak Feridun Yazar, “Musa Anter’i çok severdim, öğrencilik yıllarından başlamak üzere, üzerimde hakkı da var, bu olay içimde ukde oldu, illa ki anlatmam ve kamuoyuna duyurmam lazım dedi. Olayın bu şekilde anlatılması Feridun Yazar’ın tasarrufudur. Olay üzerinden epey zaman geçtiği için kendisine bir kaç kez Feridun abi başka İbrahim olmasın mı, yanlış hatırlama olmasın diye sordum; ancak kendisi son derece emin ve olay vakıf olduğunu vurguladı. Ben Feridun Yazar’ın olayı bu şekilde anlatmasından zerre kadar art niyet veya husumet beslediğinden şüphe etmiyorum.

Eleştiri yapan İbrahim Gürbüz, İsmail Beşikçi ve Dicle Anter’in bu kısacık anlatımı, başka olay, şahıs, yazar v.s ile bağ kurmaları, niyet okuma ve sorgulamaları sebebiyle bu yanıt veriliyor. Yoksa belki gerçekten de kitapta bu olaya yer vermekle sayın Gürbüz’e haksızlık da yapılmış oldu. Eğer Feridun Yazar’ın anlattığı gibiyse İbrahim Gürbüz Musa Anter’e çok ayıp etmiş. Yok eğer Feridun Yazar’ın anlatımında bir eksiklik varsa biz İbrahim Gürbüz’e çok ayıp etmişiz. Aslında olayın ana fikri ve özeti budur.

Dicle Anter ise sanki Musa Anter olayı hakkında kitap hazırlamışım gibi kamuoyunu yanıltan bildirimde bulunuyor. Hazırladığım sözlü tarih çalışması 408 sayfadan oluşuyor ve Musa Anter faslı sadece yarım sayfadır. Benim eserin Dicle Anter’in söz ettiği ve Musa Anter’i anlatan diğer çalışmalarla ne ilgisi vardır. Bu bir Musa Anter çalışması değil ki, yarım sayfalık bir anlatımdan fırtına koparmak, maksatlı değilse nedir acaba?

İşin tuhaf yanı, çalışmamın arka sayfasında da Musa Anter’in Feridun Yazar hakkında yazılmış tarihi ve kısa bir not yerleştirdik. Bu Feridun Yazar’ın önerisi ve benim de uygun bulmamla oldu.

Durum böyleyken, Dicle Anter’in bu tuhaf üslubuya ne maksat güttüğünü anlamakta zorluk çekiyorum. Ama bana öyle geliyor ki fikir onun değil. Kiminle konuştu da çalakalem ve hırsla bunları yazdı; onu vicdanı ile baş başa bırakıyorum. Beni kategorize etmesi doğrusu hiç de şık değil. Oysa Dicle Anter beni iyi bilir. Kişisel hukukumuz da az değil.  Yazdığım eser ile ilgili eleştirisi varsa can kulağı ile dinlerim. Ama elma ile armutları karıştırması etik değil. Belirttiğim gibi, yapılan çalışmada Feridun Yazar rahmetli Musa Anter’in ekonomik sıkıntılar içinde olduğunu söylüyor. Bu doğru veya yanlış. Sonuçta eser 408 sayfa ve bu konu yarım sayfa yer tutmuş. Üstelik Musa Anter’i savunan kollayan bir amaçla söylenmiş. 

Kimse melaike değildir

Yazdığım bu eserlerin elbette sayısız kusurları olabilir. Ağır eleştiri bile yapılması normaldir . Ama mal bulmuş mağribi misali, birkaç cümlelik anlatımları bahane edip global analizlere girişerek komplo teorileri yapmak dolaylı tehdit anlamını taşımaktadır. Sırtını bizim de yıllarca emeğimizi içine kattığımız fakat bugün mesafeli olduğumuz gücün imkanlarına, araçlarına, basın ve yayınına dayayarak oradan bize sinsice laf atan, zayıf düşürmeye çalışanlara bir çift sözüm var. Ortalık durulunca elbette Kürtlerin de “Ulu divan”ı olacaktır. Eğer konuşmuyorsak mazlum ve mağdur halkımız zarar görmesin diyedir. Kendi egomuz tatmin olsun diye her şeyi kırıp dökmek aldığımız terbiyeden değildir. Pervasız ve insafsız olmayın!

Kişisel çıkarlar için Kürt kurumlarının kullanılması doğru değildir

2004 yıllarından sonra, Kürt Kültür kurumlarından istifa edip bireysel çalışma hayatımdan sonra, birkaç kez daha bu tür ilgisiz, alakasız, çeşitli bahaneler yaratarak üzerime gelen, saldıran insanlar oldu. Kendimce sebebini net olarak bildim. Aziz Nesin’in mizahi tarzda anlattığı sistemin adamı, egemenlere dayanarak arkadaşlarını gammazlayan her dönemin adamlarının öykülerinde geçen klasik tarzdır. Kim önce karakola yetişse haklı odur misali.

Bu konuda bir örnek vermek istiyorum.  Benim İstanbul Kürt Enstitüsü’nden istifa edeceğim 2003 yılının başlarıydı. O tarih, Kürt Kemalizm’inin Kürt yurtseverlerine “İlkel Milliyetçilik”i tasfiye adı altında kırım ve zulüm uyguladığı yıllardı. Bu ayrı bir mevzu ve inşallah zamanı gelir de birileri o dönemi uzun uzadıya anlatır.

Dilbilimci Rahmetli Hüseyin Sağnıç vefat etmeden önce Kürt Edebiyat tarihi konulu bir Kürtçe çalışma hazırladı. O esnada da beyin kanaması geçirdi ve komaya girdi. Çok acele edip o vefat etmeden çalışmasını matbaaya yolladım, zorlukla eseri bastırdık. O sırada ben istifa ettim ve yeni gelen İstanbul Kürt Enstitüsü yöneticileri o kitabın arasına bir sayfa not yerleştirdiler ve kitabı o notla birlikte satmaya başladılar. Notta güya rahmetli Feqî Huseyn Sağnıç bu eseri intihal edip aşırmış. İnsaf ! Madem müellif eseri aşırmış peki neden o kitabı arasına not koyarak satıyorsunuz.

Taksim’de özellikle Kürtçe ürünler satan bir kitapevi sahibi arkadaş çok üzülerek o notu kitabın arasında çıkarıp bana göstermişti.

O dönemin mesuliyetini taşıyan kişi, Kürt siyasal partilerinin biri tarafından daha sonra bir ilde bir kaç dönem hem belediye başkan adayı, hem de milletvekili adayı gösterildi ama kazanamadı. Tabi ben o şahsın bize uyguladığı o zulüm, pervasızlık ve haksızlığın ana nedeninin, şimdi olduğu gibi siyasi ikbal ve bireysel çıkara matuf olduğunu çok iyi biliyordum. Ama kime anlatırsın ki...Velhasıl, o zaman ona açık ve net şunu söylemiştim. Kardeşlerimin arkasına geçip saldırmak mertlik değil. Kürt kurumlarını, basınını, değerlerini, gücünü arkana alıp insanlara haksızlık yapma. Emeğine, çalışma ve yeteneğine değil de, ortak değerlerin  üzerinden bir yere gelmeye çalışmak insanı yerin dibine batırır. Belki bugün değil ama yarın kesin böyle olacak. Dünya Süleyman’a kalmamış, sırtı sağlam ve güçlü yerlere dayayarak emekçi insanlara hakaret hakkı vicdani değildir.

İki tarafın zübükleri de barışa ve çözüme zarar verir

Hem hükümet ve devletin, hem de Kürt siyasal muhalefetinin etrafında çöreklenip aydın ve şahsiyet sıfatıyla, bilimsel ve adil aydın duruşa aykırı, kaba ve hamaseti aşmayan propaganda, manipülasyon, eyyamcılık, halkın temiz duygularını kullanarak revaçta olan argüman ve klişeleri kullanarak kalem oynatan, açık oturumlarda boy veren “Kısmet peşinde koşan,” “gelecek arayan” “ikbal ve talih peşinde olan” aydınlık adına batıl fikirler üreten aktörler, vicdansızlar, şahsi çıkarları için gözü kararanlar barışa, demokrasi ve çözüme hizmet edemezler. Bence Kürt muhalefeti ve hükümet çevreleri bozguncu, yağcı, fitneci; deyim yerindeyse “çağdaş Beko”lara prim vermemeli, etraftan uzaklaştırmalıdır.

Toplumları ve halkları felakete götürenler bu türden insanlardır. Ama iş işten geçerse, verilen tahribatların giderilmesi mümkün değildir. Gücün önünde eğilmeyen, şahsi çıkarları için vicdanını bozmayan, evrensel ve bilimsel perspektiften asla ayrılmayıp her tarafın doğrusuna doğru, yanlışına yanlış diyebilecek, yalnız kalmayı göze alabilen, hakkın ve istikbalin kucağından başka hiç bir kucak ve efendi kabul etmeyen, birilerinin adamı değil, hakkın ve halkın emrinde nefer olmayı göze alabilenler er geç tarihin huzurlu kollarına kavuşacaklardır. Bu vesile ile bu konuya da değinmeyi kendi açımdan bir görev kabul ediyorum.