Türkçe Makaleler

KAYIPLAR SEREMONİSİ VE AYTEN’ E MERSİYE
 

Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995'den bu yana her Cumartesi günü Galatasaray Meydanında oturma eylemleri düzenleyerek, gözaltında kaybolan yakınlarını ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerini arayanlardan oluşan bir topluluktur.

Arjantin’de cunta yönetiminin zorla yok ettiği çocuklarını bulmak için Plaza Del Mayo meydanında toplanan annelerden esinlenen gruba katılanların sayısı zaman geçtikçe binleri bulmuştur. 13 Mart 1999'da polis sert müdahalede bulunmuş, bu nedenle oturma eylemlerine ara verilmiştir. Grup, 31 Ocak 2009'dan sonra yeniden bir araya gelmeye başladı.

 Eylemin ilk gününden itibaren, fırsat buldukça, ben de her cumartesi bu oturma eylemine katılmaya çalıştım. Aşağı yukarı dört beş yıl katıldığım bu cumartesi oturma eylemleri; benim için bir muhasebe, arınma, tefekkür etme, empati kurma vakitleriydi. Hatırladığım kadarıyla bir saat sürerdi. Bu bir saatlik zaman zarfında sağımda, solumda, önümde, arkamda oturan hüzünlü ve korkunç kederli anne, bacı, baba ve erkek kardeşlerin yüzleri, duruşları, davranış ve konuşmaları beni adeta eritirdi. Empati had safhaya ulaşırdı.

 

O geçen kısacık zaman süresinde, yakınları tarafından taşınan kayıpların fotoğraflarındaki kişileri hayal ederdim. Nasıl bir hayat sürdüklerini, yakınlarıyla günlük ilişkilerini düşünürdüm. Bu düşünme faslından sonra, o an üzerinde yoğunlaştığım “Kayıp kişinin” şu anki durumu üzerinde yoğunlaşırdım. Genellikle köprü altları, sote yerler gelirdi gözümün önüne. İşkenceyle sorgulandıktan sonra vahşice öldürülen kayıpların son sözlerini, son nefeslerini vermeden önceki son davranışlarını, işkencede direnirken cellatların yüzüne haykırdıkları sloganları düşünürdüm.

O kayıp kişilerin giydikleri çizme, ayakkabı, diş fırçası, hırkadan tutalım anneleriyle şakalaşma şekillerine kadar her şeyi tahayyül ederdim.

Yıllarca bir çoğuna katıldığım bu etkinliklerde, kendimi zorlamama rağmen dışarıya akan bir kaç damla hariç, ne kadar gözyaşını içime akıttığımı bir ben bilirim. Dayanılmaz hisler, acılar, korkunç bir keder...

2005 yılında, basılan Kürtçe deneme kitabımın adını, Cumartesi Annelerinin bu oturumlarına atfen “Ayîneke Pîroz” (Kutsal Ayin) koydum. Lakin kitapta “Kutsal Ayin” adlı bir deneme vardı. Bu denemede yukarıda sözünü ettiğim duygu ve düşünceleri irdelemiştim.

Selim Çürükkaya, Ayten Öztürk’ün yaşamı, katli ve katillerin ortaya çıkarılması için Ayten’in babasının mücadelesini anlatan bir kitap hazırlandığını; benim de bir şeyler yazmamı istediğinde, içimden “Eyvah ne büyük bir yükün altına girdim diye düşündüm.” Doğrusu bu teklif bana onur verici geldi ama sorumluluğu beni ürküttü. Lakin bir nebze olsun küllenen, belki bilincimin alt taraflarına süpürülmüş, saklanmış günleri, hatıraları çekip çıkarmaya çalışacaktım. Bu benim için biraz erken sayılırdı. Yaşam takvimimde, program ve ajandamda henüz böyle bir yüzleşmenin zamanı gelmemişti. Çocukluğumuzdan bugüne değin hızla, dörtnala yaşadığımız toplumsal ve ulusal trajedi her yanımızı kanatmış, tüm ruhsal ve bedensel sistemlerimiz çok yaralı. Bu halde yazacağımız, söyleyeceğimiz hiç bir şey belki kamil olmaz. Bu süreçleri sağlıklı anlatabilmenin en iyi ilacı belki de zamandır.   

Adına “Kayıplar Seremonisi” dediğim bu trajik seremoninin bir üyesi de Ayten Öztürk’tür. Hafızam beni yanıltmıyorsa ben onunla  yüz yüze de görüşmüştüm. Çünkü 1984-1988 yıllarında D.Bakır’da öğrenciydim. Dêrsim ve Karakoçanlı çok sevdiğim yakın arkadaşlarım vardı. Bir kaç kere çay bahçelerinde ve öğrenci evlerinde onunla aynı ortamda bulundum  diye hatırlıyorum. 1992’nin yazında, Ayten katledilip resimleri basına düştüğünde, onu görmüşlüğün verdiği etkiyle çok üzülmüştüm.

Yıllar sonra, 2010’da Ayten’in babasının Ankara’ya geleceği, kızının katillerinin ortaya çıkarılması için, TBMM başkanı, milletvekilleri ve insan hakları çevreleriyle görüşmek istediği, bu konuda kendisine yardımcı olmam istendiğinde seve seve kabul ettim.

Hıdır Öztürk Amca ile ilk karşılamamız, beni işte yıllar evvel katıldığım o “Kutsal Ayin” oturumlarına götürdü. Tevekküllü, acıyı sindirmiş, kahır ve metaneti bir arada barındıran bir baba. Elinde bir çanta dolusu doküman. Hal hatır sorma, güncel konular derken benim için gizemli olan o çantanın içindekilere birlikte bakacaktık. Korkutucu, lanetli, kabus gibi çöken 1990-1995 yıllarına götürecek emareler, izlerle karşılaşacaktım.

Nihayet çanta açıldı. Ayten’in parçalanmış cesedinin bulunduğunu bildiren manşetlik haberin kupürü, ifade tutanakları, babanın şikayet dilekçeleri, mahkeme zapt ve tutanakları.

18 yıldır hanımı ile birlikte vahşice katledilmiş sevgili kızının katillerini bulma mücadelesiyle didinirken hırpalanmış, yorulmuş, yaşlanmış ve bu arada hastalıklarla da ham hal olmuş Hıdır Amca ile ofisimde oturup bu dokümanları sırasına göre kesip yapıştırıp düzenli, güzel bir “Faili Meçhul Cinayet Dosyası” hazırladık. Bu geçen zamanlarda eğlenmedik herhalde, sevgili okuyucu.

Dedim ya bir kez kayıplar içimde zaten derin derin izler bırakmıştı Ve henüz o yaralarla ilgili konuşmaya, yüzleşmeye hazır değildim. Ama  Hıdır Öztürk Amca ile bir iki günlük bir araya gelme ve onunla ‘TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu’na ulaşma çabamızda başarılı olamama, beni daha da elemlere gark etti. O ara aradığımız bir çok kişi yardımcı olmadı.