Türkçe Makaleler

DUHOK KÜLTÜR FESTİVALİ-1” -Hoşçakal Duhok!


İki kıtayı birbirine bağlayan köprüye vardığımızda, yağmur çiselemeye başladı. Az önce, arabamız hareket etmeden hava açıktı ve güneşten rahatsız olmuştuk; bundan dolayı da bize büyük bir fedakarlıkla günlerce arabasıyla eşlik edecek olan Mecit Bey klimayı çalıştırmıştı. Şimdiyse Anadolu yakasında bulut kümeleri delicesine yer değiştiriyorlardı. Bu şehrin aldatıcı havası ile ilgili çok yazıldı çizildi, ünlü şairlerin şiirlerine tema oldu. “Fahişe”ye kadar çıkmadı mıydı adı İstanbul’un...   

Neyse… Boğaz Köprüsü’nün geride bıraktık. “Asya’ya hoş geldiniz” tabelası gözüme ilişti. O arada arabamızdan yayılan mahzun ve yanık bir sesin dalgaları Marmara’nın maviliğine karışıyordu:

“Havada bulut yok, bu ne dumandır
 Mahlede ölüm yok, bu ne şivandır
 Ana ben ölmedim, bu ne figandır

Eli yemendir, gülü çemendir

Giden gelmiyor, acep nedendir?”

O yanık ve mahzun ses, Erkan Oğur ve Djivan Gasparyan’ın birlikte hazırladığı Cd’den çıkıyordu. Prewîz cîhanî gülerek, “Hasan İstanbul’u geride bıraktık, bırak artık Türkçe şarkılar dinlettirmeyi” dedi. “Hocam, bu şarkının sözleri Türkçe ama, bildiğim kadarıyla Ermenice bir şarkı” deyip öyküsünü anlattım.

Kadim bir metropole sırtımızı verip daha da kadim bir ülkenin yolunu tutmuştuk. Biz Yazarlar Birliği öncülüğünde, Duhok valiliğinin sponsorluğuyla düzenlenecek olan “Kültür Festivali-1”’in davetlisi idik.

İran- Kürdistanlı olup İsviçre’de mülteci olarak yaşayan tanınmış araştırmacı-yazar Perwîz Cîhanî İstanbul’a gelmiş birkaç gün birlikte geçirdikten sonra, Duhok’a araba ile gitmeyi planlamış ve hazırlıklara girişmiştik. Bir çok yerde mola verip Antep, Urfa, Mardin, Cizre’de mola verip tarihi yerleri gezerek Federal Kürt Bölgesinin gözbebeği Duhok’a ulaşmayı planladık.

Planladığımız gibi Cuma günü klasik Kürt müziği hayranı Mecid Bey’in titiz kaptanlığında Cuma günü düştük yola. Gezi, mola, uyku… tam kırk seiz saat süreceğini hesaplamıştık yolculuğumuzun. Yanımıza ikisi modern pop diğerleri klasik olan on beş tane Kürtçe CD aldık. Kimler yoktu ki… Kawis Axa, Meyremxan, Garabetê Xaço, Şeroyê Biro, Aslîka Qadir, Xana Zezê, M. Arif Cizrawî, Xero Abas, Ciwan Haco ve diğerleri…

Dinlenme ve uyku anları dışında, klasik Kürt müziğinin birer sembolleri olan bu ozanların huşû veren sesleri ve otantik enstrümanları eşliğinde Zaxo’ya kadar dil, edebiyat ve folklor sohbetleri yaptık. Kahkahalarla bizi mest eden yüzlerce Kürt halk fıkrası anlattık yol boyunca.

Nusaybin’de, kafilemize festival konuğu yazar sevgili Recep Dildar da katıldı.

Xelîl Îbrahîm sınır kapısının Türkiye tarafına ulaştığımızda, telefonum çaldı. Yazarlar Birliği başkanı Hesen Slêvanî, “Zaxo Yazarlar Birliği’nden dostların bizi sınırda karşılayacağını ve Duhok’a kadar eşlik edeceklerini bildirdi.” Hesen Slêvanî’den hemen sonra arayan Ahmet Bey sınır VIP görevlisi olduğunu, işlemlerimize yardımcı olması için Türkiye tarafına genç saları gönderdiklerini” bildirdi. Bu telefon trafiği Güney Kürdistan’a ilk kez gidecek olan arkadaşlarımın heyecanını arttırıyor, gösterilen ilgiden duydukları memnuniyet ve sevinç yüz ifadelerine, sözcüklerine, vurgularına yansıyordu. Bir süre biz Zaxo sınırın giriş noktasında bulunan “Eleqat”-VIP salonunda şekeri atılmış çayı önümüzde bulduk. Zaten her çay ısmarlanan yerde, “Kek, ji kerema xwe çayeke bêşekir bide min” (Lütfen baba şekersiz bir çay getirir misin) sözleri artık nakarat cümlemdi.

Mahmur gözler, yorgunluk, yol buyunca star ozanların kulaklarımıza çalınmış ezgilerinin bıraktığı yankıları, ve merakla karışık yüreğin kıpır kıpır coşkulu atışı…
                                 ***

Hem yolculuk sırasında, hem de Duhok’ta kaldığımız yedi günlük sürede sürekli duyumsadığım-z hisler vardı ki belirtmeden geçmek olmaz: Bu günler geleceğimizin önemli halkaları, anılarımızın altınımsı sayfaları arasında yer alacaklar. Dört kıtadan; Asya, Avrupa, Avustralya ve Afrika’dan Kürdistan’ın tüm parçalarından yazarlar, aydınlar özgür topraklarda bir festivalde buluştular. Barış, kardeşlik, özgürlük, dayanışma, sanat, estetik edebiyat, dil kokulu tebliğler sunuldu. Ne civar-komşu ne de başka bir ulusa, kültüre tek kem söz edilmedi. “Söz” kimseyi yaralamadı. “Söz” ve “avaz”  havada sınırsızca uçuştu. “Söz” sınırları tanımadı. Yerel hükümet ve devlet, bırakalım engelleme ve yasaklamayı, “Söz”e destek sundu.

Salonun Arapça sunum yapan tek konuğu Bağdat’tan gelen Arap Yazarlar Birliği başkanı; belagatlı sözlerini Kürdi konferansa eklerken, ben Türkiye Yazarlar Birliğini, Türkiye Yazarlar Sendikasını, Aydınlar Ocağını düşündüm durdum.  

Zaten şehrin her tarafına asılan festivalle ilgili duyuru, slogan ve katılımcılara “hoş geldiniz” afişleri ayrı bir anlam ifade ediyordu bizim için. Tabi bu bizimle şehir, şehir halkı ile festival konukları arasında bir bağ oluşturuyordu. Duhok’u bilen bilir, misafirlik duygusunu hemencecik unutturabilen bir çok özelliği vardır.

İzninizle buraya “Bihêle” şiir kitabımda yer alan “Duhok, sen ve mülteci duygular” adlı şiirimden bir bölümünü Türkçe’ye çevirip almak istiyorum:
 
“………………
Burada
Geceleyin

Rüzgar, dağlardan getirdiği reyhan kokusu ile

Hayalleri okşar

Burada, yıldızlar aşina

İnsanlar mütebbessim, dostane

Meyvelerin tadı, nostaljik

Şehrin elleri, nazik ve kadir bilir
             ***
  Senden Uzak,
 Dayanaksız
Ülkenin bağları içinde

          Bağı virane olanım

        ***
Duhok,
Özgürlük düşkünü, yenilik hayranı

Hünerli elleri ve aydınlık beyinleri bekleyen
Yarım kalmış bir şarkı…

Bekler ki,

Süslensin

Ve gözbebeği olsun şehirlerin Ortadoğu’da
                              ***
 
 Duhok’tayım
Vefa pınarı başında

Sokaklarında gizli, sinmiş sevda dalgaları
Zulmün ve gamların şahidi
Kültürün beşiği
Dasini’lerin Duhok’u
.......“

Festival’de yediğimiz içtiğimiz bizim olsun, ama festivalin büyük ve kolektif bir emekle hazırlandığını belirteyim hemen. Yerel ve ulusal basın, sivil toplum kuruluşları, ( Tabi ki başta Yazarlar Birliği, Kadınlar Birliği, İl Genel Meclisi ve diğer kurumlar) ve hükümet yetkilileri misafirlerin oranın güzelliklerini, tarihini, coğrafyasını, kurumların çalışmasını, üniversitelerini, okullarını, eğitim politikasını ve diğer bir çok konuda yakından bilgi sahibi olmamız için gerekli çabayı sarf ettiler. Topluca planlanan Barzan Bölgesi gezi programının tadını herkes sürekli damağında hissedecek kanımca.

Yıllardır Kürtçe yazan, çizen, düşünen bu topluluk yaşamları boyunca ilk kez belki böylesi bir kabul gördüler. Yani ürünler ilk kez toplu, yığınsal ve bir şehir tarafından takdir, ilgi, değer gördü. Büyük metropollerde zaman zaman kendimiz dışında kimsenin okumadığı “öksüz”, “kimsesiz bir sokak kedisi” gibi duran şiirlerimiz, öykülerimiz, “Söz”ümüz kıymete bindi, alıcısı ile buluştu.

Günlerce bu ruh haliyle yaşadık. Onurlu, başı dik, gururlu ve kendimizle barışık. Ama malum yolculuk dedik… ucunda ölüm olmadığına göre, her yolculuğun bir de geri dönüşü vardır. Ezik duygularımız, yorgun ama stresten arınmış bedenlerimizle metropollerimize dönmek için hazırlandık. Ama daha sınırda, Türkiye-Irak sıfır noktasında kimliğimiz, kitaplarımız, “Söz”lerimiz sorgulandı. “Ne iş yapıyorsunuz”, “Bu kitaplar ne oluyor”, Duhok tama da, şu Kurdistan kelimesi niye yazılı bu kitabın kapağında”… sorular… sorular… sert bakışlar… 
 
Aşkı, özgürlüğü, yüreğin coşkulu atışını Güneyli kardeşlerimizin yanına ödünç bıraktık. Yüreğimizde keder, umut ve “okursuzluğa”, “pazarsızlığa” cümle eksi koşullara rağmen Kürtçe yazma düşüncesi ile vedalaştık, “Zulmün ve gamların şahidi” Dasinîler’in Duhok’uyla. Kimimiz mültecisi olduğumuz Avrupa’daki korunaklarımıza… kimimiz hükmedilen şehirlerimize.

Bilmiyorum kimsenin dilinden döküldü mü şu sözcükler… dökülmediyse de eminim ki her birimiz duyumsamışızdır: Duhok! Bir daha görüşme umuduyla Hoşça kal!
10.10.2005- İstanbul